Vefatının 127. Yılında GÜMÜŞHANELİ HAZRETLERİ’Nİ RAHMETLE ANIYORUZ
(1813 – 13 Mayıs 1893)
Hayat HikayeleriProf. Dr. M. Es’ad COŞAN
Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddin Hocamız, nisbesinden de belli olduğu gibi, Gümüşhane'dendir. Kendisi küçük yaşta İstanbul'a gelmiş, tahsil-i ulûm eylemiş. Mevlânâ Halid-i Bağdadi Efendimiz'in halifelerinden bir zat, mânevî işaret üzerine İstanbul'a gelip kendisini irşad eylemiş. Ondan sonra Nakşi Tarikatı'nın öğrenimi ve öğretimi ile meşgul olmuş.
Amma, güzel olan taraf, yâni benim şahsen hayran olduğum taraf şu ki, bir çok kitapları var... Umumiyetle hadis ilmi üzerinde yazılmış eserleri var... Yâni bu eserlerini daha ziyade hadis üzerinde yazmış. Fıkıh üzerinde ve daha başka konularda da var. Böylece bu eserleriyle, son asrın en büyük muhaddislerinden olmuş. Hâtimetü’l-Muhaddisîn diye lakab kazananlardan birisi olmuş. Bunu bir Arap söylüyor. Yâni yazmış olduğu bir eserin başında, muhaddislerin hayatlarını yazarken, bizim hocamız, şeyhimiz Ahmed Ziyâeddin-i Gümüşhanevî Hazretleri'ni de böyle bahis konusu etmiş.
Gümüşhâneli Hocamız da, —Allah bizleri büyüklerimizin şefaatlerine nail eylesin, yolundan ayırmasın— bize tarikat terbiyesi olmak üzere, bu Râmûzü’l-Ehàdîs seçme hadis mecmuasını hazırlamış, seçmiş. Kendisi hadis alimi olmak dolayısıyla, çeşitli esrarlı şeyleri de bilmemiz için, bazı zayıf hadisleri de koymuş.
Bazıları hücum ediyorlar:
“—Râmûzü’l-Ehàdîs'te zayıf hadisler var!” diyorlar.
Hocamız hadis alimi, biliyor ama, bizim mânevî bir takım esrara da âşinâ olmamız için işaretler var; bir takım rumuzlu, esrarlı şeyler var; bilelim diye onları da koymuş ve arkasından da yazmış olduğu şerhte, izahını zaten kendisi vermiş.
“—Baştan sona bu hadis koleksiyonunu muntazam bir şekilde okursanız, okursa benim dervişlerim; şöyle şeriate bağlı bir derviş olur, bayağı bir hakikatli alim olur.” diye bildirmiş.
Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi Peygamber Efendimiz'in yolunda daim eylesin...
Bir müjdeyi çok heves ederek dâima, yâni ona ereyim diye iki müjdeyi peşinde böyle yana yakıla Rabbimden istiyorum. Allah sizlere de, bizlere de nasib eylesin:[1]
مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِي، عِنْدَ فَسَادِ أُمَّتِي، فَلَهُ أَجْرُ مِائَةِ شَهِيدٍ
(الديلمي، وابن حجر، عد. عن ابن عباس)
(Men temesseke bi-sünnetî inde fesâdi ümmetî, felehû ecru mieti şehîd) “Ümmetimin fesada uğradığı zamanda, benim sünnet-i seniyyeme sımsıkı sarılan kimseye yüz şehid sevabı verilecek.” diye bir hadis-i şerif var... Allah bu sevabı, bu yolu, bu mertebeyi cümlemize ihsân eylesin...
Allah-u Teâlâ Hazretleri kàdirdir. Gerçekten de zor. (1)
* * *
Gümüşhaneli Hocamız, Camiü’l-Usül isimli tarikat kitabımızda diyor ki:
“—Bütün tarikatları inceledim. Bütün tarikatlarda müşterek olan esas hizmet'tir.”
Yani, her tarikatın kendine göre ince farkları vardır ama, bütün tarikatlarda ortak olan, müşterek olan nedir?.. Hizmet'tir. Yani, derviş hizmet edecek!.. Sevap kazanmak için, Allah'ın rızasını kazanmak için!
Yol, hizmet yoludur. Hizmet edeceksin kurda, kuşa, leyleğe, kediye, kuzuya, köpeğe, insana, insan-ı kâmile… Her şeye hizmet edeceksin!.. Hizmet ederse, izzet bulur insan…
Onun için hizmet edeceğiz. Faydalı olmanın yolunu arayacağız. Çeşme mi yapabiliriz?.. Köprü mü yapabiliriz?.. Çamuru mu yok edebiliriz?.. Yemek mi yedirebiliriz?.. Hastaya mı yardım edebiliriz?.. Yetime, yoksula, dula mı bakabiliriz?.. Etrafımızı böyle projektör gibi tarayacağız. Hizmet edeceğimiz yeri arayacağız, hizmet etmeye çalışacağız. Neden?.. Hizmet eden izzet buluyor, Allah'ın rızası öyle kazanılıyor; onun için... (2)
* * *
Bizim Gümüşhaneli Hocamız ne yapmıştır Nakşibendiliğin Halidiyye kolunda?.. Tabii onlar bir şey yapmak iddiasıyla ortaya çıkmıyorlar, üstadlarını aynen takib etmek arzusuyla hareket ediyorlar. Ama kendiliğinden ortaya çıkan bir enterasan durum var... O enterasan durum şudur ki, tasavvufî bir camiada, o üstadımız cennet mekân, rahmetullahi aleyh, bir hadis koleksiyonunu ders kitabı olarak ortaya koymuştur. Bu, tasavvuf tarihinde çok mühim ve önemli bir hadisedir. Ve Gümüşhaneli Hocamız buyurmuştur ki:
“—Bizim şu hadis koleksiyonumuzu dikkatle okursanız, kısa zamanda muhakkik bir alim olursunuz!”
Aynı sözü başka kimselerden bazı kimseler hatırlayacaktır. Meselâ, Said-i Nursî merhum diyor ki: “Risâle-i Nurları okursanız, kısa zamanda bir muhakkik alim olursunuz.”
Risâle-i Nur okumakla hadis-i şerif okumak arasında muazzam fark vardır muhterem kardeşlerim!..
Bizim yolumuzun, müslümanın yolunun şeriatin çizgisinden kaymaması için emniyet, hadis-i şeriftedir. Hadis-i şerife sarılmadığınız zaman, şeriatin çizgisinde devam edemezsiniz, kayarsınız. Çünkü şeriatin çizgisi kıl kadar incedir, kılıç kadar keskindir. Ona ancak hadis-i şerife sarılarak, hadis-i şerif yolunda yürüyerek, takvâ yolunu yol edinerek, ihlâs ile hareket ederek ulaşabilirsiniz.
Onun için bizim yolumuz —Allah’a hamd ü senâlar olsun ki, bize bu yolu nasib etmiş Mevlâmız— bütün yollardan daha ileridir. Bunu şahsî bir öğünç veya bir reklam ve bir propaganda sözü olarak söylemiyorum; Allah’a hamd ü senâlar olsun diye, bir tahdis-i nîmet sadedinde söylüyorum.
Biz tasavvufa karşı, dine karşı, millî kültürümüze karşı, tarihimize karşı, her türlü ileri geri, abuk sabuk, düşmanca sözlerin söylendiği bir ortamda yaşadık. Her türlü zehirli şerbeti bize sundular. Biz o şerbetlerin tadlarını tattık ama, yutmadık. Dilimiz o tadları biliyor. Biz bütün bu çeşitli yollar arasında bu yolu benimsemişsek, el-hamdü lillâh bu büyük bir nimettir. (3)
* * *
Şimdi bizim büyük hocamız Gümüşhanevî Ahmed Ziyâüddin Efendi Hazretleri; Nakşî, Kadirî, Sühreverdî, Kübrevî, Çeştî tarikatini bünyesinde toplamış Halidiyye kolunun meşhur bir şahsiyeti... Batılıların ve Arapların yazdığı kaynak kitaplarda da ismi olan şahıs... Tekkeye ders kitabı olarak bir hadis kolleksiyonu hazırlamış; Râmûzü’l-Ehâdîs isimli, onu koymuş.
Diyor ki:
"—Bu hadis kitabını okuyun!.. Bunu okuduğunuz, hazmettiğiniz zaman iyi bir müslüman olursunuz; bayağı da bir alim olursunuz."
Yâni, tasavvuf ama nereye dayalı?.. Hadis-i şerife dayalı... Nereye dayalı?.. Kur’an-ı Kerim’e dayalı... Böyle olunca tasavvuf, ana çizgide, cadde-i kübrâda yürümüş olur. Yanlış yollara, çıkmaz sokaklara sapmamış olur. Patikalara, çamurlu yerlere girmemiş olur. İlk safiyetini, ilk çıkış zamanındaki güzelliğini korumuş olur. (4)
* * *
Gümüşhaneli Hocamız hadis alimi, ciddî alim... Gece uyku uyumazmış. Dâimâ ilimle, irfanla, irşadla meşgul olurmuş. Kitap yazmış, tasavvuf konulu... Ne diyor:
“—En yüksek makam, aşk makamıdır.” diyor.
Nereden geliyor bu benzerlik?.. Çünkü, Ahmed-i Yesevî Abdülhâlik-ı Gücdevânî Hazretleri'nden, Nakşî Tarikatı'nın Hâcegâniyye kökünden feyz almış. Hacı Bektâş-ı Velî de, Ahmed-i Yesevî'den feyz almış. Bizim Gümüşhaneli Hocamız da, yine Nakşibendî Tarikatı'nın İmâm-ı Rabbânî kolundan, Müceddidiyye kolundan feyz alarak aynı noktaya çıkıyor. (5)
* * *
Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddin Efendimiz, şu bizim hadislerini okuduğumuz zât, Râmûzül Ehâdîs'i tertib eden şahıs... Onun bir menkabesi:
Yeni ekspres yola çıktık İstanbul'dan, "Otomobilimizin benzini az, ilk benzinciye uğrayalım!" dedi arkadaşlar. İlk benzinciye uğradık. Benzinci tanıdık, müslüman bir insan...
"—Yâhu, biz seni çok seviyoruz, sen kimsin, nerelisin? Hatırlat bir daha..."
Dedi:
"—Ben Maraşlıyım."
"—E, seni çok seviyoruz, neden?.."
"—Çünkü, ben de Nakşî Tarikatındanım." dedi.
Biz Nakşî'yiz ya, kardeşlik damarı çekiyor yâni...
"—E, nasıl Nakşî oldun?"
"—Hocam, bizim aslımız seyyid, Peygamber Efendimiz'in soyundanız biz... Benim Dedem Muhammed Vehbi Medine'de iken, —Arap yâni, seyyid, Peygamber Efendimiz'in soyundan— rüya görmüş. Rüyasında bir şahıs demiş ki:
"—Ben filâncayım, İstanbul'a benim yanıma gel!" demiş.
O da:
"—Baş üstüne..." demiş.
Uyanmış rüyadan, ertesi gün hazırlığını yapmış yola çıkmış. İstanbul’a gelmiş. Medine'den İstanbul'a geliyor bir rüya üzerine... İnmiş vasıtadan; nereye gidecek, kimi bulacak bilmiyor. Eminönü'nde giderken, omuzuna birisi vurmuş. O tarafa dönmüş.
"—Sen Medine'den Muhammed Vehbi misin?.."
"—Evet..." demiş, şaşırmış.
"—Düş peşime, takıl peşime!.." demiş.
O önde, bu arkada gitmişler. Nereye?.. Şimdiki vilâyet binasının olduğu yerin karşısındaki bir binaya... Bir şahsın karşısına çıkartmışlar bunu,
"—Öp bakalım elini!" demişler.
Bakmış, rüyada "Gel bakalım İstanbul’a!" diyen şahıs, yâni Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddin Efendimiz Hazretleri... Medine'deyken çağırmış rüyada, o da kalkmış, gelmiş.
"—Gir bakalım halvete!" demiş.
Yâni erbaîne, kırk günlük eğitime girmiş. Ondan sonra icâzet almış. Sonra Gümüşhaneli Hazretleri, onu Maraş'a irşada göndermiş. Bu bizimle konuşan şahıs onun torunu, sevmemiz ondan; muhabbet, bağlılık oradan geliyor. (6)
* * *
Eskiden mürşidler, bir müride ders vermeden onun kabiliyetlerine ve sâiresine bakarlarmış; olmazsa, başka dergâha gönderirlermiş. Bizim Hocamız'dan gördüğümüz, merhametinin çokluğundan, herkesi kabul etmekti. Ama Gümüşhâneli Hocamız'dan görülen; benim dedem Gümüşhâneli Hocamız'a amcamla beraber gelmiş, dedeme vermiş, amcama vermemiş. Aynı köyden iki kardeş geliyor, birisine veriyor, birisine vermiyor. Böyle şeyler olabilir. (7)
* * *
Büyük dedem Molla Abdullah, oğlu dedem Molla Mehmed'i diğer iki kardeşiyle beraber İstanbul'a getirmiş ve Fatih medreselerine yerleştirmiş ve herhalde o zamanlarda Gümüşhanevi Hazretleri'ne intisab eylemiş. Gümüşhanevî Hazretleri o büyük dedemi çok severmiş, hattâ bir kere "Sen benim oğlum ol!" diye teklif ve iltifat eylemiş. (8)
* * *
Cevşen, bir çeşit duadır. Cevşen-i Kebir denilen dua, bizim Gümüşhaneli Hocamız'ın Mecmuatül-Ahzâb'ında vardır. Said-i Nursî rahmetli, çok sevmiş bu duayı ve oradan almıştır. Risâle-i Nur talebesi kardeşlerimiz okurlar. Güzel bir duadır. (9)
* * *
Gümüşhaneli Hocamız, saçları dökülse aldırmazmış da, sakalından bir kıl dökülse toplarmış. Onu muhafaza eder ve gömermiş. Neden?..
"—Sakalı ibadet diye bıraktım. İbadetten olan bir şeyin ayaklar altında kalmasına razı olmam!" dermiş.
İnceliğe bak!.. Saçı insan ibadet diye uzatmıyor, normal olarak uzayabiliyor. Ama sakal ibadet olarak bırakıldığından, kılı yere düştüğü zaman alırmış. Büyük insanların inceliklerine bak!.. (10)
* * *
Râmûzü’l-Ehâdîs'i yazan Gümüşhaneli Hocamız da, bazı hadisler için: "Bu hadis takibata uğramıştır hadis alimleri tarafından..." diye belirtmiştir. Bazı tabirler var, hadis alimlerinin "Lâ şey', mevdu’ vs." dedikleri şeyler var... Onları almış Gümüşhâneli Hocamız... Gümüşhâneli Hocamız mevzù hadisi bilmez bir insan değil...
Ama şundan kaynaklanıyor... Mekke-i Mükerreme'de bir alimle konuşmuştum. Çok zarif bir insan, büyük bir alim, Peygamber Efendimiz'in de sülâlesinden... Ben böyle biraz açtım da meseleyi; kısaca dedi ki:
"—Mutasavvife hüsn-ü zanla bakmış rivayetlere, hadis alimleri de kaşlarını çatarak, keskin nazarla bakmışlar. Biraz böyle sert davranmışlar." dedi.
Mesele biraz oradan kaynaklanıyor. Bir de Hocamız, bir mevzù hadisi yazsa bile, "Bu hadis mevzùdur." diyor arkasından... Altında da o mânâyı te'yid eden birkaç hadis-i şerif getirerek: "Bak buna bazı alimler mevzù demiş ama, esas itibariyle bunun bir mânâsı vardır; o mânâyı bilmenizi istiyorum!" demiş oluyor. Bir mürşid olarak, o konunun bilinmesini istiyor.
Biliyorsunuz, mevzù hadis bile olsa, söz güzel olabilir, tatlı olabilir. Onun için Süyûtî mevzù hadislerle ilgili kitabına: "El-Leâlî el-Mesnûat: Yapma İnciler" diyor.
Neyse, o kardeşimiz tenkid etmiş. Hadis alimleri biraz böyle fazla sert oluyorlar, tenkid ediyorlar. Etsin ama, tenkidin de ilmî âdâbı vardır. Ulemanın ihtilâfı vardır. Çağların değişmesi ile, yeni gelen insanların öğrendiği bazı bilgiler dolayısıyla, eskileri tenkidi vardır. Çok samîmî bir İslâm alimi Gazâlî'nin bazı fikirlerine katılmayabilir. Çok samîmî bir zât, Muhiddîn ibn-i Arabî Hazretleri'ne iştirak etmeyebilir. İmâm-ı Rabbânî şu kanâattedir de Muhiddîn ibn-i Arabî Hazretleri şu kanâattedir... vs. Bu ayrı mesele, bunlar olabilir.
Ama ben tekkemizde ders kitabının bir hadis kitabı olmasını çok büyük bir şey olarak görüyorum, çok güzel bir işaret olarak görüyorum. Kardeşlerime söylerken, "Riyâzü’s-Sàlihîn'i okuyun, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın neşrettiği sahih bir hadis kitabıdır. toplantılarınızda onları okuyun!" diye söylüyorum. (11)
* * *
Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri'nin halifelerinden, Trablusşam müftüsü olan Ahmed ibn-i Süleyman el-Ervâdî Hazretleri, tek bir şahıs için, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddin Efendimiz için İstanbul'a gelmiş, kendisini bulmuş ve "Sırf seni irşad etmek için buraya vazifeli olarak gelmiş bulunuyorum!" diye onu halvete alıp, tasavvufun âdâbını, erkânını, ahlâkını, esrârını öğretmiş.
Böylece Hindistan'dan bizzat Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri'nin gidip, Nakşî Tarikatı'nı kaynağından, Müceddidiye şûbesinden, yâni Ahmed el-Fârûkî es-Serhindî'nin mensub olduğu Müceddiye şûbesinden çok mükemmel bir tarzda, hocası Abdullah-i Dehlevî Hazretleri'nin tam rızasını alarak Bağdad'a getirdikten ve yerleştirdikten sonra ve bütün Ortadoğu'ya yaydıktan sonra, böylece Gümüşhâneli Hazretleri'yle İstanbul'a geçmiş oluyor Nakşî Tarikatı...
Bendeniz dört sene önce Güneydoğu Anadolu'da gezdim. Urfa, Mardin, Diyarbakır, Batman, Bitlis, Siirt, Tatvan gibi yerleri gezdim. Çok net olarak hatırıma geldi ve söyledim, hâlâ çok kesin olarak, net olarak aynı kanaatteyim: Güneydoğu Anadolu'nun ismi bence Nakşibendistan olsa, Nakşibendiler diyarı olsa revâ... Çünkü, her tepede bana bir Nakşî şeyhinin türbesini gösterdiler. Her yerde Nakşî-Hâlidî şubesinin mensublarını gördüm.
Allah makàmını âlâ eylesin, Hâlid-i Bağdâdî Efendimiz bizzat kendisi Urfa'ya da gelmiş. Hattâ torunu Urfa Ulu Camisi'nin kabristanında, hazîresinde medfundur. Torunu orada vefat etmiş. O diyarları bizzat gezmiş. Halifeleri vasıtasıyla tarikatı oralara yaymış ve mükemmel bir şekilde yerleştirdikten sonra, İstanbul'a böylece aşılanmış oluyor Nakşî Tarikatı...
Nakşî Tarikatı'na Anadolu 15. Yüzyıl'dan, Molla İlâhî'den beri bilir. Fakat bu yeni bir şevk getirmiştir.
Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddin Efendi Hazretleri, 1311 hicrî [1893 milâdî] yılında vefat eden bir büyük muhaddistir. Terceme-i hal kitaplarına, biyografi kitaplarına büyük bir fakih ve muhaddis olarak geçmiştir. Ulûm-u şer'iyyede çok sağlam bilgilere sahip bir kimse... Tabii, tarikatın, tasavvufun şeriata tam, sağlam bir şekilde bağlı insanlar tarafından öğrenilmesi ve öğretilmesi son derece önemli bir olaydır.
İşte o koldan Gümüşhânevî Hazretleri çalışmasına devam etmiştir ve 114 kadar halife yetiştirmiştir kendisi... Üç sene de Mısır'da kalmıştır. Halifelerini Anadolu'nun her yerine, Kafkasya'ya, Mısır'a ve Ortadoğu'ya yaymıştır. Böylece onun çalışmalarıyla, Nakşî Tarikatı son derece büyük bir gelişme göstermiştir. Harblerde Devlet-i Aliyye'nin korunmasında, bu sùfî alimlerin cihada da iştirakleriyle çok büyük hizmetler meydana gelmiştir.
Ahmed Ziyâeddin Efendi Hazretleri'nden sonra Gümüşhânevî kolu devam etmiştir. Hocamız Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri, onlardan Ömer Ziyâeddin ed-Dağistânî Hazretleri'nden, İstanbul'da asker iken tarikata girip el almıştır.
Sanıyorum Ömer Ziyâeddin Hazretleri'ni de bu konularla ilgilenen herkes tanıyabilir. Çünkü, kendisi hem Kur'an-ı Kerim hafızı, hem de Buhârî-yi Şerif hafızı idi. Buhârî-yi Şerif'i ezbere bilen müstesnâ insanlardandır. Altı saatte Kur'an-ı Kerim'i başından sonuna hatmettiği rivayet edilir. (12)
* * *
Gümüşhaneli Hocamız diyor ki:
"—Bizi seven, bizim kitaplarımızı okuyan bizdendir."
Bu bir gönül bağıdır, esas itibariyle böyledir. Fakat aynı zamanda, Peygamber Efendimiz'e bağlılık gibi bir bağlılık olduğu için, biraz daha yakın bir tanışma halinde olması temenni edilir. Gelemiyorsa, birisiyle haber gönderir; vekâleten konuşur, ders veririz. Böylece özel olarak, belirli olarak irtibat kurmak faydalıdır. (13)
* * *
Süleymaniye'de, cennetmekân Kànûnî Sultan Süleyman'ın türbesinin yakınında Hocamız'ın kabri... Türbesinin girişinde, sol tarafta Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddin Efendimiz'in muhterem valide hanımla beraber kabirleri var. Oradan biraz daha ileri gidince de sıra sıra Gümüşhaneli Dergâhı'nın şeyhlerinin kabirleri var. (14)
* * *
Tarihî çevreyi korumak, mefâhirimizi korumak... Ne yaptık meselâ, gittik Gümüşhâne'de bir Gümüşhâneli toplantısı yaptık, iki gün sürdü. Vali geldi, belediye başkanı geldi, profesörler geldi, herkes geldi. Gümüşhâneliler dediler ki:
"—Yâhu, bizim böyle dünyanın tanıdığı, dünya çapında yetiştirilmiş bir alimimiz varmış da, sizden öğrendik; Allah sizden razı olsun!" dediler.
Bilmiyorlar Gümüşhâneli Ahmed Ziyâüddin Efendimiz'i... Padişahlar elini öpmüş, hürmet etmiş. Mısır'da talebeleri var, Endonezya'da talebesi var... Herkes tanıyor, seviyor, biliyor, hürmet ediyor. Bizimki bilmiyor, Gümüşhaneli bilmiyor.
"—Ben Gümüşhâne'denim, Gümüşhâneli Ahmed Ziyâüddin Efendi gibi insanlar yetişmiş yerdenim!" demesi lâzım.
Bilmiyor, bir şeyden haberi yok. (15)
Hazırlayan: Dr. Metin ERKAYA
NOTLAR
(1) Prof. Dr. M. Es’ad Coşan, Avustralya Sohbetleri-4, s. 269 - 277, Seha, İstanbul, 1996.
(2) Prof. Dr. M. Es’ad Coşan, Kadın ve Aile, Mayıs 1993.
(3) Prof. Dr. M. Es’ad Coşan, Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı, s. 122, Seha, İstanbul, 1994.
(4) Prof. Dr. M. Es’ad Coşan, Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı, s. 183, Seha, İstanbul, 1994.
(5) Prof. Dr. M. Es’ad Coşan, Avustralya Sohbetleri-1, s. 44, Seha, İstanbul, 1995.
(6) Prof. Dr. M. Es'ad Coşan, İslâm'da Eğitimin İncelikleri, s. 246, Seha, İstanbul 1997.
(7) Dr. Metin Erkaya, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku Rh.A, s. 103, Seha, İstanbul, 1997.
(8) Prof. Dr. M. Es’ad Coşan, İslâm, Eylül 1996
(9) Prof. Dr. M. Es’ad Coşan, Güncel Meseleler-2, s. 345, Seha, İstanbul, 1998.
(10) Prof. Dr. M. Es’ad Coşan, Güncel Meseleler-1, s. 220, Seha, İstanbul, 1995.
(11) Dr. Metin Erkaya, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku Rh.A, s. 340, Seha, İstanbul, 1997.
(12) Dr. Metin Erkaya, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku Rh.A, s. 348, Seha, İstanbul, 1997.
(13) Prof. Dr. M. Es’ad Coşan, Güncel Meseleler-2, s. 187, Seha, İstanbul, 1998.
(14) Prof. Dr.
M. Es’ad Coşan, Doğru İnanç
ve Güzel Kulluk, s. 256, Seha, İstanbul, 1998.
(15) Prof. Dr. M. Es’ad Coşan, Tasavvuf Yolu Nedir? s. 159, Seha, İstanbul, 1997.
[1] Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.IV, s.198, no:6608; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzan, c.II, s.246, no:1033; İbn-i Adiy, Kâmil fî’d-Duafâ, c.II, s.327; Beyhakî, Zühdü’l-Kebîr, c.I, s.221, no:217: Ebû Abdillah ed-Dekkak, Meclis fî Ru’yetu’llah, c.I, s.218, no:503; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.