İSMAİL TURAN HOCA’NIN ARDINDAN…
(1924 - 4 Eylül 2004)
Hayat Hikayeleri1973 Kasımında İstanbul Tıp Fakültesinde okumaya başladım. Mehmed Zâhid Kotku Hocaefendimiz’in yanı başında, İskenderpaşa Camii Yurdunda kalıyordum. Okul açıldıktan birkaç ay sonra memlekete ziyarete giderken, bir emirleri var mı diye Hocaefendimiz’e uğradım. “Ankara’da Mühendis İsmail Ağabey var, ona selâmımızı söylersin!” buyurdular.
O sıralar, İsmail Turan Hoca’nın Sincan’da da mühendislik bürosu varmış, ziyaret ettim, Hocaefendimiz’in selâmını söyledim. Böylece tanışmış olduk. Gittikçe geldikçe karşılıklı selâm gönderiyorlardı. Belki de Mehmed Zâhid Kotku Hocaefendimiz onunla diyalog içinde olmamı arzu etmişlerdi.
1974 yılında İsmail Turan Hoca Libya’ya gitti, orada çalışmaya başladı. 1985 yılında Türkiye’ye döndü, Ankara’ya yerleşti. M. Es’ad Coşan Hocamız’a komşu oldu. Zaman zaman ziyaretine giderdik. Öğrenci evlerine davet ederdik; bizi kırmazdı, evlere gelir sohbet ederdi. Çeşitli konularda röportajlarımız oldu.
1988 yılı kasım ayında, Hacı Bayram Camii yakınında, Doktor Emin Acar’ın muayenehanesinde, cumartesi günleri Sahîh-i Müslim’den hadis dersine başladı. Dersler öğle namazından sonra başlıyor, gece saat 21’e kadar 8-9 saat devam ediyordu. Hadis-i şerifleri okuyor, izah ediyor, raviler hakkında bilgiler veriyordu. Misallerle, hatıralarla çok verimli sohbetler yapıyordu. Kimseden çıt çıkmıyordu. Üç yıl kadar devam etti. Mümkün oldukça aksatmadan devam etmeye çalıştık.
Daha sonra M. Es’ad Coşan Hocamız’ın arzusuyla, Vakfımızın Özelif Sitesi’nde bulunan Fıkıh Enstitüsü’nde Sahîh-i Müslim’den hadis dersleri başlattı. O da bir yıl kadar devam etti.
İsmail Turan Hoca, o yıllarda Arapça bir tefsir hazırlamakla meşguldü.
11 Kasım 1994 akşamı Kocatepe Camii’nde Mehmed Zâhid Kotku Hocamız’ı anma programı vardı. M. Es’ad Coşan Hocamız da bir konuşma yaptılar. Programdan sonra İsmail Turan Hoca, M. Es’ad Coşan Hocamız’ı evine davet etti. Hocamız’la birlikte biz de gittik. Çok muhabbetli bir hava oluştu. Mehmed Zâhid Kotku Hocamız’dan hatıralar anlatıldı. İsmail Turan Hoca tefsir çalışmalarından bahsetti.
1998 yılında M. Es’ad Coşan Hocamız bir görüşmemizde, İsmail Turan Hoca’nın hazırladığı tefsiri sordular. “Biz bastırsak iyi olur.” dediler. Bunun üzerine İsmail Turan Hocamıza gittik. M. Es’ad Coşan Hocamız’ın selâmını söyledik, tefsirle ilgili arzusunu söyledik. Çok memnun oldu.
Tefsir çalışmalarını tamamlamış, dokuz defter halinde temize çekmiş. Defterleri getirdi, bize gösterdi. İlk iki defteri alıp fotokopisini çektirdik. İstanbul’a Seha Neşriyat’a örnek sayfalar gönderdik. O zaman Iraklı Arapça dizgiciler vardı, onlarla görüştüler. Araştırdılar, soruşturdular, yetkililerle görüştüler. “Çok pahalıya mal olur, biz bu işi yapamayız.” dediler. “Hem bastırsak, bu kitabı kime satacağız?” dediler, olumsuz cevap verdiler.
1999 Haziran’ında M. Es’ad Coşan Hocamız’a durumu arz ettim. “Hayırlısı olsun! Belki ileride bir tefsir hocası önderlik eder, asistanlarıyla yayına hazırlarlar.” dediler.
Daha sonra birkaç yayınevi, bir iki vakıf bu işe teşebbüs etti, yapamadılar. En nihayet İsmail Turan Hocamızın talebelerinden, ilâhiyatçı, Araştırma Görevlisi Hüseyin Çelik bu işe el attı. Suriyeli dizgicilere kitabın dizgisini yaptırdı, tashihini yaptırdı. İsmail Turan Hoca’nın tefsirini basılmaya hazır hale getirdi (2016). Tefsirin adı: Vücûhu’t-Te’vîl fî Esrârı’t-Tenzîl… Sayfa sayısı: On bin… İnşaallah çalışmalar tamamlanır, tefsir basılır, Ümmet-i Muhammed’in istifadesine sunulur.
İSMAİL TURAN HOCA’NIN HAYATI
Talip ULUŞAN
1924 yılında Çanakkale’nin Biga ilçesinde dünyaya geldi. İlkokulu memleketinde okudu. Ortaokul ve lise tahsiline devam ettiği sıralarda, kendi gayret ve çalışmaları ile Kur’an okumayı ve Osmanlıca okuyup-yazmayı öğrendi. Ayrıca Arapça’ya da çalıştı. Liseyi 1943 yılında Balıkesir’de bitirdi. Liseyi bitirdiği zaman yabancı dil ve fen bilgisi emsallerine göre çok ileri seviyedeydi. Aynı yıl, İstanbul Teknik Üniversitesi giriş imtihanlarında üstün başarı gösterdi, doğrudan ikinci sınıfa kaydoldu. Üniversitedeki ilk yılında, iki sınıf derslerine beraber çalıştı. Aradaki farkı kapatıp, ders yılı sonunda başarı ile üçüncü sınıfa geçti.
1944 yılında üniversitedeki derslerine devam ederken, Fatih Camii’nde tanımış olduğu Hüsrev Hoca’dan Sahih-i Müslim okumaya başladı. O sıralarda, Osmanlılar zamanında Mekke’de Buhari hadisleri okutmuş olan İbrahim Efendi’den Sahih-i Buharî okumaya başladı.
Bu durumu Hocaefendi şöyle anlatıyor:
“—İbrahim Efendi o zamanlar yaşlı ve hasta idi. Kendisi dışarı çıkmazdı. Ben onun evine giderek kendisinden ders alırdım. Bana dini ilimlerin kapısı hadis-i şerif yolu ile açıldı. Arapça bilgimi bile hadis-i şerif okuyarak ilerlettim.”
Değerli Hocamız, hadis-i şerif okumanın kendisine çok hayır ve bereket getirdiğini ifade ediyor. Buna örnek olarak da o sıralarda görmüş olduğu bir rüyasını şöyle anlatıyor:
“—Bir gece rüyamda hadis okuduğum hocam beni alıp Rasûlüllah SAS’in Ravzasını ziyarete götürdü. Biz ziyaret ederken Kabr-i Şerif yan taraftan açıldı. Açılan yerden kemikler çıktı. Ben o kemikleri alıp taşımaya başladım. Kemiklerden birini ağzıma aldım, emiyordum. O kemikten bana öyle muazzam bir tad geliyordu ki, dünyada hiçbir şeyde öyle tad bulunamaz. Uyandığım zaman ağzımda hâlâ o tadın varlığını hissediyordum.
Bu rüyanın anlamı ne olabilir diye uzun uzun düşündüm. Sonra, araştırmalarım sırasında bir kitapta okuduğum olay benim rüyamı çözdü. Olay şöyle idi:
İmam-ı Azam Hazretleri bir gece rüya görmüş. Rüyasında Peygamber Efendimiz SAS’in kemiklerini taşımış. Basra’ya bir adam göndererek İbn-i Sîrîn’den rüyasının tabirini sormuş. Gönderdiği kimse oraya varınca, rüyayı kimin gördüğünü söylemeden, rüyayı anlatıp tabirini sormuş. O zaman İbn-i Sîrîn rüya anlatan kimseye:
‘—Böyle bir rüyayı sen göremezsin! Bu rüyayı görse görse ancak Ebû Hanîfe görebilir.’ demiş.
Rüyayı anlatan adam:
‘—Evet sözün doğrudur. Bu rüyayı ben görmedim, Ebû Hanîfe görmüş. Tabiri nedir acaba?” demiş.
İbn-i Sîrîn rüyayı şöyle yorumlamış:
‘—Kemikler insan vücudunu ayakta tutan unsurlardır. Hz. Peygamberin SAS kemiklerini taşımak ise onun tebliğ ettiği İslâm dinini ve onun sünnetini öğrenmek, yaşamak ve yaymaktır. Yani, Kur’an’ın hükümlerini ve Rasûlüllah SAS’in sünnetini müslümanlara öğretmektir.’ demiş.”
İsmâil Turan Hocamızın gördüğü rüya da aynen İbn-i Sîrîn’in yorumladığı gibi gerçekleşmiştir. Zira Hocamızın hadis okuma ve hadis ezberleme iştiyakı gün geçtikçe artmış. Gayretli çalışmalarla Kütüb-ü Sitte’yi bütün şerhleri ile beraber okumuştur.
Bunun yanında yabancı dilleri öğrenme istek ve kabiliyeti de artmış; üniversite tahsiline devam ederken iyi derecede Arapça, İngilizce, Almanca ve Fransızca öğrenmiştir. Avrupa’dan fen bilimleri ve teknik konularla ilgili çeşitli kitaplar ve dergiler getirtip onları okumuştur. Yabancı dillerde radyo haberlerini dinlemeye başlamıştır.
Üniversite tahsili ve yoğun ilim öğrenme çalışmaları altı yıl devam etmiştir. Bunun dört yılı normal eğitim, iki yılı da mastır öğrenimi kabul ediliyormuş.
İsmâil Turan Hocamız 1949 yılında eğitimini bitirip İstanbul Teknik Üniversitesi’nden mezun olduğu zaman, iki kanatlı bir kuş gibi olmuş; hem dinî bilgiler, hem de dünya bilgileri öğrenmiştir. Tahsili süresince ibadetlerine devam etmiştir. Fakültede ve kaldığı yurtta, mescide namaz kılmaya gelen arkadaşlarına namaz kıldırmış ve dinî konularda bilgiler öğretmiştir.
[Öğrencilik yıllarında Serezli Hasib Efendi’nin ve Abdül’aziz Bekkine Hazretleri’nin sohbetlerine devam etmiştir. Mezuniyetten sonra Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’ne devam etmiş, onun yakın dostları arasına girmiş, sevgi ve iltifatına mazhar olmuştur.]
İnşaat Yüksek Mühendisi olarak mezun olduktan sonra ilk göreve Biga-Gönen karayolu yapımında proje mühendisi olarak başlamıştır. Bir yıl orada görev yapmıştır. Bu sırada çok iyi yabancı dil bilmesi ve başarılı olması ile yetkililerin dikkatini çekmiş, Hava Kuvvetleri Karargâhı’na şef mühendisi olarak göreve çağrılmıştır. Böylece 1950 yılında Ankara’ya gelmiştir. Karargâhtaki göreve başlamış, bir süre devam etmiştir. Fakat oradaki çalışma şeklini beğenmeyerek kendi isteği ile Karayolları Genel Müdürlüğü’ne geçmiştir.
Sohbetleri sırasında şu cümleyi defalarca işittik:
“—Proje bakımından Karayolları’nın kurucusu benim. Köprülerde hâlâ benim yaptığım projeler uygulanıyor.”
Bu resmi ve mesleki çalışmalar yanında Hocamız boş vakitlerini değerlendirerek hadis-i şerif ezberlemeye devam etmiştir. Aynı zamanda tatil günlerinde ve akşamın geç saatlerinde ilme meraklı olan kimselere hadis dersleri de vermiştir. Yüce Mevlâ’nın ona verdiği büyük gayret ve kabiliyetle, yüz bin hadis-i şerifi senetleri ile birlikte ezberleyerek, Hadis Hâfızı olmuştur.
1957 yılında Hocamız 33 yaşına gelmiş; ilmi, ibadeti ve güzel ahlâkıyla olgun bir insan olmuştur. O yıl hac mevsiminde hacca gitmeye hazırlanır. Kurban Bayramı Haziran ayına geldiği için, havalar çok sıcaktır. O yıl Türkiye’den üç bin kişi hacca gitmiştir. Hem sıcak olduğu için, hem de hac işleri şimdiki gibi organizeli olmadığı için, bu insanlar çok sıkıntı çekmişler. Hacca gidiş-dönüş ve oralardaki görevleri yapış esnasında Hocamızın o insanlara çok yardımı ve hizmetleri olmuştur.
Hocamız Hacdan döndükten kısa bir süre sonra, büyük bir ilâhi lütfa mahzar olmuştur. Bu olayı kendisi şöyle anlatıyor:
“—Kur’an-ı Kerim’i ben bir ayda ezberledim. Bu iş şöyle oldu:
O yıl (1957) erken seçim yapılmasına karar verilmişti. Elimizde çizimi yapılacak iki yüz tane köprü projesi vardı. Bunların acele bitirilmesi bize söylendi. Eylül ayı içinde çok sıkı bir çalışmaya girdik. Yüz tane projeyi yalnız başıma ben yapacaktım. Evim Cebeci’de, işyerim ise Mithatpaşa Caddesi’nde idi. Evimden işyerine yürüyerek gidip geliyordum.
Eylül’ün ilk günü evimde sabah namazından sonra Kur’an’ın birinci cüzünü yüzünden okudum, sonra evden çıktım. Yürüyerek işyerime giderken, okuduğum ayetleri düşünüyordum. Birden ayetlerin hafızama nakşedildiğini hissettim. O anda aklıma bir cüzü ezberden okumak geldi. Okumaya başladım. Büroma varıncaya kadar birinci cüzü ezberden okudum. Bu duruma çok sevindim.
Akşam eve dönerken, o cüzü tekrar okudum. Ertesi gün ikinci cüzü aynı şekilde okuyup ezberledim. Her gün böyle yaparak, Eylül ayının sonuna kadar bir ayda Kur’an’ın tamamını hıfzettim. Tabiîdir ki, böyle olması Cenab-ı Allah’ın bir lütfudur, ihsan-ı İlâhidir. Yoksa normalde benim veya başka bir kimsenin yapabileceği bir iş değildir.”
Kur’an’ı Kerim-i ezberledikten sonra onu ezberde tutmak da kolay bir şey değildir. Devamlı okumazsanız unutulabilir. Hocamız hafızlığını nasıl koruduğunu da bize şöyle anlattı:
“—Kur’an’ı ezberledikten sonra, fırsat buldukça ezberden okuyarak muhafaza etmeye çalışıyordum. Fakat zaman zaman bazı unutma ve ayetleri birbiri ile karıştırma durumu oluyordu. Ben bu hıfzımı unutmadan nasıl koruyabilirim diye düşünüyordum. Yüce Mevlâ bana onun yolunu da öğretti. Bir zaman Bursa Ulu Camii’nde bulunuyordum. Orada aklıma şöyle bir fikir geldi:
‘—Ben namazları kılarken, okuduğum zammı surelerde hatim takip edeyim!’
Bu kararımı ilk olarak orada uygulamaya başladım. Ondan sonra hep namazlarda okurken hatim takip ettim. Böylece ezberlerimin hafızamda tutulması yolunu bulmuş oldum.”
1962 yılında Hocamız yine Hacca gitmeye hazırlanıyordu. Bir Hac Rehberi de hazırlamıştı. Bazı akşamlar Hacı Bayram Camii yakınlarında bir yerde hacla ilgili sohbetler yapıyordu. O yıl Hacca gitti. Orada Suudi yetkilileri ile görüşüp konuşmuş; haccı eda ettikten sonra, Medine-i Münevvere’nin imarı ile ilgili çalışmalar yapmak üzere, orada kalmasına karar verilmiş. Medine’de belediye mühendisi olarak göreve başlamış, yedi yıl orada çalışmıştır.
Türkiye’ye döndükten sonra (1970), pazar günleri bize hadis dersi veriyordu. Suudi Arabistan’la ilgili çok güzel hatıralarını anlatırdı. Orada kaldığı sıralar Arapça’nın en ince noktalarını ve lehçelerini öğrendiğini söyledi.
Hocamız’ın Peygamber şehri olan Medine’deki imar ve ıslah işlerinde büyük hizmeti olmuştur. İlmiyle, dirayetiyle bilhassa doğruluğu ile herkesin takdirini kazanmıştır. Arazi ihtilaflarında bilirkişilik yapmıştır. İstimlâk olaylarında kendisine büyük paralar teklif edilmiştir. Fakat Hocamız bunlara asla meyletmemiştir. Hatta kendisine para teklif edenlere:
“—Bana rüşvet teklif etmeye utanmıyor musun!” diyerek azarlamıştır.
Onun doğruluğu ve sahasında otorite olduğu Kral Faysal’a anlatılmıştır. Kral kendisiyle görüşmüş ve ona takdirlerini bildirmiştir. Kral tarafından Hocamıza:
“—Ömür boyu burada kalabilir, istediği her şeyi yapabilir.” şeklinde Arabistan’da oturma izni verilmiştir.
Bir gün Kral etrafındakilere kızarak:
“—Hepiniz hırsızsınız! Ülkemizde hırsız olamayan bir kişi vardır, o da Mühendis Türkî’dir” diye bağırmıştır.
Değerli Hocamız, Ramazanları Kâbe-i Muazzama’da geçirmiş orada tavaf ederken veya otururken devamlı hatimler okumuştur. Orada kendisine ilâhî feyizler geldiğini; yeryüzünde her an okunan ezanların göklere doğru yükseldikten sonra Kâbe’ye aksettiğini, bundan dolayı devamlı ezan sesi işittiğini anlatırdı. Arabistan’da kaldığı son senede Cidde’de serbest iş yapmıştır. Her gün Mekke’ye gidip-gelerek beş vakit namazın üç vaktini, bazen beşini de Kâbe’de kılmıştır. Böylece dünyanın en mukaddes mekânında çokça ibadetler yapmıştır.
1970 yılında değerli Hocamız Türkiye’ye dönmüştür. Belediyelerle anlaşmalı olarak Sincan, Elmadağ ve Beypazarı gibi yerlerde bürolar açarak proje mühendisliği yapmaya başlamıştır. O sıralarda biz kendisinden hadis okumaya başladık. Pazar akşamları bir evde toplanıyorduk. Hocamızı da Hamdi ağabeyim oraya getiriyordu. Gecenin geç saatlerine kadar Ahmed ibn-i Hanbel’in Müsned’inden hadis-i şerif okurduk. Hocamız çok güzel açıklamalar yapardı. Saatlerin nasıl geçtiğini anlayamazdık.
Bu şekilde çalışmalar dört yıl sürdü. 1974 yılında kıymetli Hocamız Libya’ya gitti, orada çalışmaya başladı. Orada da proje mühendisliği yaptı. On yıl Libya’da kaldı. Bütün Afrika’yı dolaşmış, oralarda konuşulan Arapça lehçelerini öğrenmiştir.
Yabancı dillere olan ilgisi artarak devam etmiş, otuz kadar yabancı dil öğrenmiştir. Her dilden radyo ve televizyon haberlerini dinleyerek, dünyada olan olayları takip etmiştir.
Hocamız 1985 yılının haziran ayında Ankara’ya döndü. Kalaba Mahallesi, Özgürler Sokak’taki evini de kendi plan ve isteğine göre değiştirip düzenledi. Artık evine çekilip kitaplarla baş başa kalacak araştırmalar yapacaktı. Önce Kıraat İmamlarının okuyuşlarına göre değişik renkli kalemlerle yazarak devam ediyordu. Sonra hadis-i şeriflerden ve kaynak tefsirlerden faydalanarak Arapça geniş bir tefsir yazmaya başladı.
1988 yılı ekim ayında Hocam bizim eve teşrif etmişti. Orada sohbet ederken Hamdi ağabeyimle ikimiz;
“—Hocam, haftada bir kere olsun yine bize ders okutsanız çok iyi olacak. Sizin geniş ilim ve tecrübelerinizden faydalanmak istiyoruz!” dedik.
Bizim bu teklifimize karşılık Hocamız:
“—Arkadaşlarla görüşüp, sohbet etmeyi ben de istiyorum. Bir yer ayarlayın da başlayalım!” dedi.
1988 yılı kasım ayı içerisinde, Hacı Bayram Camii yakınında, Doktor Emin Acar’ın muayenehanesinde, cumartesi günleri öğleden akşam saat dokuza kadar olmak üzere derse başlandı. Müslim hadisleri okunuyordu. Arada namaz için kısa mola veriliyordu. Kısa zamanda derse iştirak edenlerin sayısı elli-altmışa ulaştı. Çok güzel ve faydalı bir ders oluyordu. Hadisler ve ravileri hakkında Hocamız geniş açıklamalarda bulunuyordu. Bazen hatıralar anlatıyordu.
25 Mart 1989 cumartesi günkü dersinde, Hocamız ruhların durumunu açıklarken şöyle dedi:
“—Bir gün bana mânevi bir hâl oldu. Sâmi Efendiyi, Mehmed Efendi’yi, Behçet Efendi’yi, Zekaî Hoca’yı ve kendimi Arş’ta gördüm. Bana o gösterilen yer, ruhların makamı idi. Bu zatları ben çok severdim. Cenab-ı Hak lütfu ile beni onlarla beraber ettiğini böylece bana bildirdi.”
İsmâil Turan Hocamız bir gün sohbetinde şunları anlattı:
“1950 yılında Ankara’da idim. Hastalandım. İki-üç hafta kadar yatmak mecburiyetinde kaldım. O arada Farsça öğrenmeye çalışıyordum. Zira Farsça’yı öğrendikten sonra Mesnevi’yi aslından okumak istiyordum. Çünkü Mevlânâ KS, o meşhur eserini Farsça olarak yazmıştı.
Ben hasta olduğum halde böyle uğraşırken manevi bir hâl oldu. Mevlânâ yanımda zuhur etti ve Mesnevi’yi bana okuttu. Böylece ben hem Mesnevi’yi aslından okumuş, hem de Farsça’yı öğrenmiş oldum.”
“1963 yılında Mekke’de bulunduğum bir sırada, rüyamda Medine’ye sevgili Peygamberimiz SAS’i ziyarete gidiyordum. Rasûlüllah SAS beni Bedir’de karşıladı. Yanında Sahabe’den RA bazıları da vardı. Mescide girince Peygamber Efendimiz bana dua etmemi buyurdu. Ben hadis-i şeriflerden öğrendiğim bir Salevât-ı Şerîfe’yi orada dua olarak okudum.
Sonra Peygamber Efendimiz SAS bir ip çekerek kıblenin düzgün bir şekilde nasıl olacağını bize gösterdi. Orada namaz kılmaya hazırlandık. Peygamber Efendimiz beni imamlığa geçirmek istedi. Ben ilk anda;
‘—Nasıl olur da ben Allah Rasûlü’nün önüne geçerek namaz kıldırabilirim?’ diye düşündüm ve geçmek istemedim. Fakat O ısrar etti. O anda ben, Hz. Ebûbekir RA’ın, Peygamberimiz SAS hastalandığı zaman, onun da bulunduğu bir cemaate imam olarak namaz kıldırdığını hatırladım. Bunun büyük bir şeref ve fazilet olacağını düşünerek, imamete geçtim ve namazı kıldırdım.”
Cenâb-ı Mevlâ’dan duamız odur ki, Hocamız’a sağlıklı uzun ömür versin. Onu verdiği derslerle ve yazdığı eserlerle Alem-i İslâm’a faydalı kılsın… (Ankara-1992)
İSMAİL TURAN HOCA’NIN VEFATI
İsmail Turan Hoca son yıllarında rahatsızlandı, hafızasını tamamen kaybetti. Ancak yakınlarının yardımıyla günlük hayatını sürdürebiliyordu. Nihayet 4 Eylül 2004 günü irciî emri kendisine erişti, sevdiği Mevlâsına kavuştu.
Cenaze namazını Hacı Bayram Camii’nde Lütfi Doğan Hoca kıldırdı. Cenazesi Bağlum mezarlığında toprağa verildi. Allah rahmet eylesin, makamını a’lâ eylesin…