Huva’llàhü’llezî’nin Tesiri: BİR ASKERLİK HATIRASI
Sincan / ANKARA
12 Aralık 1980 Cuma günü Ankara, Mamak, Keçikıran’da yedeksubay okulunda askerliğe başladım. 31 Ocak 1981’de dağıtım oldu. Bana Edremit 19. Piyade Tugayı, Sıhhiye Bölüğü çıktı.
Dağıtım izni günlerinde (8 Şubat 1981) İstanbul’a gittim. Mahmud Es’ad Coşan Hocamız’ı ziyaret ettim. Edremit’e dağıtım olduğumu söyleyince, “Orada benim dayım var, ticaretle iştigal eder.” dedi, adresini verdi.
Sonra, Necati Amca’yı ziyaret ettim, durumu ona da arz ettim. O da, “Kurşunlu Camii imamı Nureddin Hafız var, o benim ahbabım olur. Ona selâmımı söyle!” dedi.
Hadis dersinden sonra, arkadaşlar caminin avlusunda Edremitli bir arkadaşla tanıştırdılar, adı Mustafa Çoban’dı. Babası (İsmail Çoban) Edremit’te, Ağa Camii’nin yanında Kur’an kursu hocasıymış. Ailesiyle görüşeceğini söyledi. “Bir ihtiyaç olursa yardımcı olurlar.” dedi.
15 Şubat 1981 günü Edremit’e gittim. Kur’an kursu hocasını buldum. Onların yardımıyla Ağa Camii yakınında bir ev tuttum. Çarşıdan gerekli eşyaları aldık, eve yerleştim.
Daha sonraki günlerde Hocamızın dayısını ziyaret ettim. Yaşlı bir kimseydi. Toptan bakkaliye işiyle uğraşıyordu. İkindiden sonra dükkânı kapatıyordu. Çok samimi bir kimseydi. Birkaç kez evlerine yemeğe çağırdılar.
Kurşunlu Camii imamı Nureddin Hafız’ı da ziyaret ettim. Hasta idi, evinde yatıyordu. Beyninde tümör varmış. Daha sonraki günlerde vefat etti. Allah rahmet eylesin.
16 Şubat 1981 günü Sıhhiye Bölük komutanı olarak göreve başladım. Bölük başçavuşu yaşlı ve anlayışlı bir kimseydi. Bana çok yardımcı oldu. Her sabah içtima alanında toplanıyorduk, Destek Kıtaları komutanına tekmil veriyorduk:
“—Sıhhiye Bölüğü emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım!”
Sıhhiye bölüğündeki günlerim çok yorucu ve can sıkıcı geçiyordu. Doktorlukla bir ilgisi yoktu, resmen piyadecilik yapıyorduk. On beş gün sonra, yeni gelen asteğmenleri Tugay Komutanı’na (Tuğgeneral Orhan Kilercioğlu) arz ettiler. Komutan her birimize ismimizi ve görev yerlerimizi sordu. Sonra bana döndü:
“—Sen revire bakacaksın!” dedi.
Revire bakan asteğmene döndü:
“—Sen de Sıhhiye Bölüğü’ne bakacaksın!” dedi, görev yerlerimizi değiştirdi.
Revirde hasta muayenesine başladım. Yazın da Akçay Askerî Kampı’nın revirine bakacaktım. Büyük bir sıkıntıdan kurtulmuştum. Herkes benim yüksek bir komutandan torpil yaptırdığımı düşünüyordu. Öyle bir şey yoktu.
Üç ay revirde görev yaptım. 1 Haziran 1981 Çarşamba günü kamp komutanı (Yüzbaşı Sait Uzuner) beni aradı:
“—Asteğmenim, bu bir emirdir: Bundan sonra 24 saat kampta görev yapacaksın!” dedi.
Kamp komutanı çok merhametsiz bir kimseydi. İhtilal olduğu günlerde halka çok zulmetmişti. Kendisine “Sait Paşa” diyorlardı. Tugay komutanı ile arası iyiydi, onun için çok şımarmıştı. Kampta inşaat çalışmaları sırasında askerin ayağına beton blok düşmüş, ayağı ezilmiş; duyunca, “Beton kırılmış mı?” diye sormuş.
“—Komutanım, ben ev tuttum. Annemle beraber kalıyorum. İzin verin, akşamları eve gideyim!” dediysem de, kabul ettiremedim.
Gece gündüz kampta kalıyordum. Günlerim çok sıkıcı geçiyordu. Ortam, plaj ortamıydı. Her bakımdan uygun olmayan bir vaziyetteydim.
Cuma günü, Cuma namazı için Akçay Camii’ne gittim. Cami’de Necati Amca ile karşılaştım. Namazdan sonra elini öptüm, sohbet ettik. Akçay’da bacanağı varmış, onu ziyarete gelmiş.
Misafir olduğu ev kampa yakın bir yerdeydi, beraber yürüdük. Kamptaki durumları ona anlattım, kamp komutanından bahsettim. O da çok üzüldü.
Bana dedi ki:
“—Haşr Sûresi’nin son üç ayeti (Huva’llàhü’llezî) çok esrarlıdır. Bir rivayete göre İsm-i A’zam bu ayetlerin içindedir (1). Sen komutanın yanına giderken bu ayetleri oku, inşâallah Cenâb-ı Hak tesirini halk eder; faydasını görürsün!” dedi.
Cumartesi sabahı saat 9.00 gibi revire gittim. Huva’llàhü’llezî’yi okudum, beklemeğe başladım.
Saat 10.00 civarında Tugay komutanı (Tuğgeneral Orhan Kilercioğlu) ile kamp komutanı (Yüzbaşı Sait Uzuner) uzaktan göründü. Tugay komutanı kampı denetliyordu.
Yarım saat kadar sonra dışarıda bir bağırışma ve koşuşturma oldu. Kamp komutanı fenâlaşmış, beni komutanın odasına çağırdılar.
Gittiğimde, komutan upuzun yerde yatıyordu. Tedirgindi, çok ızdırap çekiyordu. Tansiyonunu ölçtüm, 24/11 çıktı. Dilaltı hapı verdim, enjeksiyon yaptım. Biraz sonra rahatladı, gözü açıldı. Başladı Tugay komutanına sövüp saymaya:
“—Nerde gördün bir bodur, Allah’ın belâsı odur!”
“—Kıçı yere yakın olandan korkacaksın!” diyordu. Ağzına geleni söylüyordu.
Tugay komutanı kısa boylu, sert tabiatlı, disiplinli bir şahıstı. Herkes ondan çekinirdi. Kampı denetlerken, askerlerin koğuşlarını beğenmemiş:
“—Sait, burada it yatmaz!” demiş.
Kamp komutanı bu duruma çok üzülmüş ve hipertansiyon krizine girmişti. Ben de onun hayatını kurtarmış bulunuyordum.
Bu kriz komutanı çok etkiledi. O andan itibaren bana olan davranışları değişti. Artık akşamları evimde kalabileceğimi söyledi. Hatta şöyle dedi:
“—Ayvalık tarafında üç tane villamız var: Birisi Kenan Evren’in, birisi Ege Ordu Komutanı Süreyya Yüksel’in, birisi benim… Anahtarları bende duruyor. Hangisini istersen, annenle beraber orada kalın!” dedi.
Kamp dört ay devam etti. Ben de (Huvallàhüllezî) okumaya devam ettim. Ondan sonraki günler benim için daha rahat ve huzurlu geçti. Fakat hipertansiyon krizleri komutanın peşini bırakmadı. İlaç da kullandığı halde, arada bir tansiyonu yükseliyordu.
Üç ay sonra Kurban Bayramı’ydı. Komutan arabasıyla giderken, yolda bir araç bunun arabasına mı çarpmış, hatalı sollama mı yapmış; her ne ise bir trafik kusuru işlemiş. Arabayı hemen karakola çektirmiş. Kendi hanımı:
“—Bayram günü, yapma Sait, bırak gitsin!” dediyse de, kimseyi dinlememiş.
Karakola gitmişler, adamlardan şikâyetçi olmuş. Karakoldan çıkacakken, tam o sırada tansiyonu yükselmiş. Karakolun ortasında yere düşmüş.
O düşüş, son düşüşü oldu. Doktor geldiğinde çoktan vefat etmişti. Tansiyon yüksekliği beyin kanamasına, beyin kanaması da ölümüne sebep olmuştu.
Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur;
Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehl-i kubûr!
Necati Amca’nın tavsiye ettiği bu ayetleri, Tugay komutanına giderken de okuyordum. Tugay komutanından da çok anlayış gördüm. Garnizon dışına çıkmak için komutandan izin almak gerekiyordu. Ayda bir İstanbul’a, Hocamız’ı ziyarete giderdim. Hiç birine engel olmadı, hep izin verdi.
(Huva’llàhü’llezî) okumaya hâlâ devam ediyorum. Sabah akşam okuyorum, sıkıntılı zamanlarımda okuyorum. Çok istifade ediyorum. Necati Amca’yı her zaman rahmetle anıyorum.
Notlar:
(1) Deylemî’nin Abdullah ibn-i Abbas RA’dan rivayet ettiğine göre, Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyurdular:
اِسْمُ اللهِ اْلأَعْظَمُ فِي سِتِّ آيَاتٍ مِنْ آخِرِ سُورَةِ الْحَشْرِ
(الديلمي عن ابن عباس )
(İsmu’llàhi’l-a’zamü fî sitti âyâtin min âhiri sûreti’l-haşri) “İsm-i A’zam, Haşr Sûresi’nin son altı ayeti içindedir.” (Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.416, no:1686)