BESMELE’YLE BAŞLIYORUM
Sincan / Ankara
BESMELE’YLE BAŞLIYORUM
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
Kıymetli okuyucular!
Bugün benim için yeni bir başlangıç… Şimdiye kadar Hocaefendilerimizn konuşmalarını yayına hazırlayıp, kitaplar hazırlıyordum. Bu sefer muhtelif yerlerde ve zamanlarda yayınlanmış yazılarımı bir araya getirip, daha kolay okunabilir hale getirmeye çalışacağım.
İlk yazıma besmeleyle başlıyorum:
بِسْــــــــــمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
(Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm) “Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla başlıyorum.” anlamına gelir. “Bu işi kendim için değil, Allah rızası için, onun emriyle ve onun adıyla yapıyorum!” demektir.
Burada işaret olunan, yapacağımız her işi Allah için, Allah adıyla, Allah namına, Allah ile, Allah’a dayanarak, Allah’a güvenerek, Allah yolunda, Allah rızası için yapmamız gerektiğidir. Bunları hepsi Besmele’nin mânâsında saklıdır.
Bu konuda Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:[1]
كُلُّ أَمْرٍ ذِي بَالٍ لَمْ يُبْدَأُ فِيهِ بِبِسْمِ اللهِ، فَهُوَ أَبْترُ (عبد القادر
الرهاوي في الأربعين عن أبي هريرة)
(Küllü emrin zî bâlin lem yübde’ fîhi bi-bi’smi’llâhi, fehüve ebter.) “Her bir iş ki, besmeleyle başlanmamışsa, besmele okunmadan o işe girişilmişse; o iş kesiktir, sonu yoktur, güdüktür.”
Demek ki, her hayırlı işe (Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm) diyerek, bu mânâları düşünerek başlamamız emredilmiş oluyor.
Tabii burada da bir işaret var: Hayatımızı böyle geçirmeliyiz. Başkasının hatırı için, başkasına dalkavukluk yapacağız diye, başkasının gönlü hoş olsun diye veya kendi keyfim olsun, nefsimin arzusu yerine gelsin diye yaşamamalıyız! Hayatımızın bütün fiilleri sırf Allah rızası için olmalı!
Onun için, büyüklerimiz bize:
إِلٰهِي أَنْتَ مَقْصُودِي، وَرِضَاكَ مَطْلُوبِي .
(İlâhî ente maksùdî, ve rıdàke matlûbî) “Ey benim Rabbim, sadece sen benim maksûdumsun ve ben sadece senin rızanı kazanmak istiyorum!” düşüncesini öğretmişlerdir.
İşte hayatın en mühim düşüncesi budur. Bir müslümanı diğer insanlardan ayıran en önemli noktadır. Başkası menfaat için çalışır, keyif için çalışır, zevk için çalışır, yapacağı her işi böyle yapar. Ama bir müslüman sırf Allah için yapar, Allah’ın rızasını kazanmak için çalışır.
Kur’an-ı Kerim’de 113 sûrenin başında (Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm) vardır, sadece Tevbe Sûresi’nin başında yoktur. Bir tane de Neml Sûresi’nin içinde vardır. Böylece toplam sayısı 114 (19 x 6) eder.
Sabâ melikesi Belkıs, Hazret-i Süleyman AS zamanında yaşamış. Süleyman AS ona putperestliği bırakıp imana gelmesi için bir mektup göndermiş. O mektup kendisine ulaşınca, o da vezirlerini toplamış, olayı onlara haber vermiş:
إِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَ إِنَّهُ بِسْـــــــمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ (النمل:٣٠)
(İnnehû min süleymâne ve innehû bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm) “Bu gelen yazı Süleyman AS’dandır ve (Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm) diyerek başlıyor.” demiştir. (Neml, 27/30)
Demek ki Besmele, Süleyman AS’ın da bildiği, daha önceki peygamberlerin de bildiği bir ibâredir.
Besmelenin harfleri 19 adettir. Bu harflerin Ebced hesabıyla rakamsal karşılıkları toplamı 786 eder:
بِسْــــــــــمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Be: 2, Sin: 60, Mim: 40.
Elif: 1, Lâm: 30, Lâm: 30, He: 5.
Elif: 1, Lâm: 30, Râ:200, Hà; 8, Mim: 40, Nun: 50.
Elif: 1, Lâm: 30, Râ: 200, Hà: 8, Yâ: 10, Mim: 40.
Toplam: 786.
Biz öğrenci iken, ağabeylerimiz bize imtihanlardan önce 786 adet Besmele okumamızı tavsiye ederlerdi. Okurduk, çok da faydasını gördük.
Bir Hatıra:
1991 Eylülü’nde Mahmud Es’ad Coşan Hocamız’la beraber grup halinde Özbekistan’a gittik. İlk gün Taşkent’te Özbekistan Mihmanhanesi otelinde kaldık. Odamıza yerleştikten sonra televizyonu açtım, bir hoca efendi besmelenin önemini anlatıyordu. Yukarıda kaydettiğimiz hadis-i şerifi izah ediyordu.
Daha sonra Buhara’ya gidince tanıştık, televizyonda gördüğüm hoca efendi, Bahaeddin Nakşıbend Camii’nin imamı Muhtarhan Abdullahev imiş. Bize rehberlik etti. Emir Külâl Hazretleri’nin ve Bahaddin Nakşıbend Hazretleri’nin kabirlerini ziyaret ettik. Hocamızla sohbet ettiler.
Muhtarhan Abdullahev, dinî tahsilini Suriye’de yapmış. Bu arada bir şeyh efendiye bağlanmış, tasavvufî terbiye görmüş. Şeyh efendi vefat ederken;
“—Efendim, sizden sonra kime gideyim?” diye sormuş.
Şeyh efendi de demiş ki:
"—Evlâdım ben seni Türkiye'den bir şeyhe emanet ettim. O gelir, seni bulur." demiş.
Hocamız ziyaret esnasında Muhtarhan Abdullahev'in kulağına eğilmiş:
"—Şeyhin seni bana emanet etti." demiş.
Bunun üzerine Hocamız’a intisab etti. Hocamız ona, tarikata girmek isteyenlere ders tarif etme yetkisi verdi.
Bu zat daha sonra (1992) Diyanet'in bir toplantısı için Türkiye'ye geldi. Ankara'da Fıkıh Enstitüsü'nde öğrencilere sohbet ettirdik. Ben tercüme ettim. Sonra İstanbul'a gitti, orada Prof. Dr. M. Es'ad Coşan Hocamız'ı ziyaret etmiş. Kemal Ataman, otelden alıp İskenderpaşa'ya getirdiğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Özbekistan seyahatinde (Nisan 1993), Buhara’da Nakşıbend Muhammed Bahaeddin Hazretleri’nin türbesini de ziyaret etmiş. O ziyareti N. Kemal Zeybek şöyle anlatıyor:
“—Türbedar protokole Nakşibendi Hazretleri’ni anlatıyordu. Heyette komutanlar da var ama uzak duruyorlardı. Özal, ‘Gelin bakın, mühim şeyler anlatıyor!’ dedi.
Türbedarın sözü bitince;
‘—Çok güzel anlattın da senin bir intisabın var mı?’ diye türbedara sordu.
O da;
‘—Var!’ deyince;
‘—Yaşıyor mu, nerede?’ diye sordu.
‘—İstanbul’da, Prof. Dr. Es’ad Coşan…’ cevabını verdi.
Hepimiz şaşırdık kaldık.
Özal türbedarın elinden tutup, gözlerinden de yaşlar süzülerek:
‘—Benim de şeyhim o… Benim de şeyhim o… Benim de şeyhim o!” diye belirterek üç kere tekrarladı,
Daha sonra Kerimov'la görüşmede:
‘—Bu türbedar çok bilgili, bunu Özbekistan Başmüftüsü yap!’ dedi
O da Özal'ı kırmadı.”
1994 Şubatı’nda Özbekistan'a gittiğimde Müftü olarak atanmıştı. Taşkent'te müftülükte ziyaret ettim. Özal'la görüşmesini bana nakletti. "Ben de Nakşıbendiyim!" dediğini söyledi.
Daha sonraki yıllar irtibatımız olmadı. Sağsa, Allah hayırlı, uzun ömürler versin; vefat etmişse rahmetini bol bol ihsan eylesin…
17. 04. 2017- Sincan / Ankara
[1]Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.866, no:2491; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.959, no:1964; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XV, s.314, no:15584.