ABDULLAH İBN-İ MÜBAREK (Rh.A)


Çilehàne Dergisi Hayat Hikayeleri

Çilehàne Dergisi: Yıl: 1, Sayı: 9, Temmuz 2001

-------------------------------------------

Dr. Abdüllâtif Duygulu

Hicrî 118 -milâdî 736- yılında Horasan bölgesinde Merv şehrinde dünyaya geldi. Babası Türk asıllı bir köle idi. Günahtan sakınan müttakì bir kimseydi. Sahibi onu bahçesine bekçi olarak vazifelendirmişti. Bir gün ona, 
"-Mübarek, bana bahçeden bir ekşi nar getir!" dedi. Mübarek gitti, bir nar getirdi. Nar tatlı çıktı. Sahibi:
"-Ben tatlı nar getir demedim!" diye çıkıştı. Mübarek: 
"-Ben, hangi ağaç tatlı, hangisi ekşi nar veriyor; ne bileyim?" dedi. Sahibi:
"-Bugüne kadar tadına bakmadın mı?" diye sordu. "Bana tadına bakma müsaadesi verilmediği için, hiç tatmadım. Bahçeyi korumak benim vazifemdir; onu yerine getirdim." dedi.

Sahibi onun bu dindarlığından ve eminliğinden memnun oldu. Onu yakın hizmetine aldı. Daha sonra, kızını onunla evlendirdi. Bu evlilikten Abdullah ibn-i Mübarek dünyaya geldi. (1)

Gençliğinde içkiye mübtelâ idi. Bir seferinde bir elma bahçesine girdiler; arkadaşlarıyla yediler, içtiler, eğlendiler. İyice sarhoş olup aklı başından gitti. Seherde ayıldı. Çalgı çalmaya teşebbüs etti. Baktı ki, çalgı aletinden ses gelmiyor... İyice usta olduğu için aleti gözden geçirdi; tekrar ses gelmedi. Nihayet alet, ilâhî kudretle konuşup: "İman edenlerin, Allah'ı anmak ve Hakk'dan ineni zikr için kalplerinin saygı ile yumuşaması zamanı hâlâ gelmedi mi?.. onlar, daha evvel kendilerine kitap verilip de üzerlerinden uzun zaman geçmiş, artık kalpleri kararmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan bir çoğu dinlerinden çıkmış fâsıklardır." (2) âyetini okudu... Mütenebbih oldu. Derhal saz yere vurup kırdı. İçkiyi döktü. İlim talebine ve Allah'a kulluğa kendisini verdi. (3)

Babası ticaret yapması için ona elli bin dirhem para vermişti. Parayı aldı ve tamamını hadis ilmi için sarf etti; vatanına döndü. Babası, "Ne çeşit mal getirdin?" diye sordu. İbn-i Mübarek, hadis yazdığı defterleri babasına gösterip, "Bu cinsi getirdim; iki cihan menfaati elde ettim." Deyince, babası memnun oldu. Otuz bin dirhem daha verdi; "Bunu da al, sarfet; ticaretini kemâle erdir!" dedi. (4)

İlim tahsiline Merv'de başladı, Arapçasını geliştirdi. Sonra Irak'a gitti. Tabiînden pek çok zevatla görüştü. Basra'da kıraat ilmini yedi kurradan olan Ebû Amir Zabân bin Alâ'dan aldı. Süleyman et-Teymî'den, ibn-i Avn'den ve Süleyman b. Bilâl'den hadis öğrendi. Ordan Kûfe'ye geçti; Ebû Hanife'den fıkıh, Süfyân-ı Sevrî'den fıkıh ve hadis, Zaide b. Kudame'den de hadis öğrendi. Şam'a gitti; El-Evzaî'den hadis öğrendi. Humus'ta Şuayb b. ebû Hamza'dan hadis aldı. Mekke'de, İbn-i Cüreyc'den tefsir ve hadis, Muhammed b. Câbir'den hadis öğrendi. Fudayl b. İyad, Süfyan b. Uyeyne, Abdül-aziz b. Ebû Revvad ve Süfyân-ı Sevrî ile görüştü. Medine'de İmam Mâlik'den hadis ve fıkıh; İmam Cafer-i Sadık, İbn-ü İclal, Süleyman b. Bilâl, Hemedanlı Ebû İshak İsmail b. Cafer ve İbrahim b. Saad'dan hadis rivayet etti. Bunların dışında 1200 kadar alimden istifade etti. Daha sonra Merv'e döndü; elde ettiği ilimler üzerinde çalıştı, tefekkür etti. (5)

Geçimini ticaretle sağlardı. Allah için söz söyleyecek kimsenin bir mesleği olması gerektiğini ve ihtiyacını kendinin kazanması gerektiğini söylerdi.. Ticaretle uğraştığı için devlete muhtaç değildi; böylece hakkı söyleme imkânını buluyordu. İlim sahiplerinin devletin hükmü altına girmelerini istemezdi. Mâlî durumu iyiydi. Özellikle ilim yolunda olanlara çok çok yardım eder, yaptığı iyiliklerin bilinmesini de istemezdi. 

Bir sene hacca gider, ertesi sene cihada gider, hudutlarda muhafızlık yapardı. Anadolu'ya, Misis'e, Tarsus'a kadar yapılan gazalara iştirak ederdi. İyi bir savaşçıydı. Daima yararlıklarını gizler ve tanınmak istemezdi. Bir defasında, bir çok müslümanı şehid eden, karşısına kimsenin çıkamadığı bir savaşçıyı katletti. Ardından beş savaşçıyı da öldürdü. Yüzü örtülüydü. İslâm askeri gayrete geldi. Herkes bu müslümanın kim olduğunu öğrenmek istiyordu. O askerin arasına karışıp bilinmemek isterken birisi yüzünün açıverdi. "Ey filan, sen bizim kusurumuzu yüzümüze vuranlardansın!" diye o kimseye üzüntüsünü ifade etti. 

Cephedeyken, cihaddan boş kalan zamanını hadisleri tasnif ederek ve öğreterek geçirirdi. İkindiden sonra güneş batana kadar ibadetle meşgul olurdu. Gece ibadetini de ihmal etmezdi. Cihada gidişlerinde kendisiyle beraber gazada bulunanlara, türlü bahanelerle tasaddukta bulunur; onları incitmeden yol ihtiyaçlarını kendisi vermeye çalışırdı. (6)

Hac zamanı gelince, arkadaşları onun etrafına toplanıp hacca beraber gitmek istediklerini bildirirlerdi. Herkes hazırlığı parayı bir torba içinde, isimleri yazılı olarak ona verir, oda onları bir sandığa koyardı. Mekke'ye gelip hac farizalarını yerine getirdikten sonra, dönüşte lâzım olan hediyelerine varıncaya kadar bütün ihtiyaçlarını karşılardı. Nihayet vatanlarına döndükleri vakit, onlar için güzel bir ziyafet hazırlatırdı. Yemekten sonra kendisiyle beraber hacca gidenlere yeni elbiseler hediye ederdi. Sonra sandığı açar, herkesin ismi yazılı olan torbayı kendisine verirdi. (7)

Zamanında sevilen ve itibar edilen bir kimseydi. Bir gün Rakka'ya gitti. Şehirde büyük bir çalkantı husûle geldi. Halk koşuştu. Harun Reşid'in kadınlarından biri, sarayın yüksekçe bir yerinden bu gürültü ve kargaşayı görüp sebebini sordu: "Bunlar nedir, kime karşı yapılıyor?" dedi. Halk: "Horasandan bir alim gelmiş, adına Abdullah b. Mübarek diyorlar; ona karşı yapılıyor" şeklinde cevap verdi. Kadın: "Aslında padişahlık, bu zatın sahip olduğu şeydir; yoksa, Harun'unki gibi kuvvetle, dayakla ve zorla halkı bir araya toplamak değil." dedi. (8)

Hadis rivayet ederken çok titiz davranırdı. Bir gün Merv valisi Abdullah b. Ebil-Abbas, Abdullah b. Mübarek'in evine, katibiyle birlikte, kâğıt ve divitiyle hadis yazmağa geldi. Sorduğu üç hadisi rivayet etmemesi üzerine vali kâtibine: "Kağıtları topla! Anlaşılan Abdullah ibn-i Mübarek bizi hadis rivayetin ehil görmedi." Deyip kalktı. Giderken, onun kendilerini bahçe kapısına kadar uğurladığını gören vali, şaşkınlığını belirterek: "Bizi hadis rivayet etmeğe ehil görmediğiniz halde, niçin uğurluyorsunuz?" dedi. Bunun üzerine Abdullah bin-i Mübarek, "Ben, bedenimi sizin için alçaltmayı istedim; fakat, Rasûlüllüh'ın hadisini alçaltmayı istemedim." diye cevap verdi. (9)

Ölümü yaklaşıp sekerat ve ihtizar alâmetleri belirince, Nadr adlı meşhur hadis ravilerinden olan kölesine, kendisini yataktan yere indirmesini söyledi. Kölesi ağlamağa başladı. İbn-i Mübarek:
"-Niçin ağlıyorsun?" dedi. Köle cevap verdi:
"-Size verilen nimetleri ve servetinizi hatırladım Bir de şu misafir ve garip halinize bakıp üzüldüm." İbni Mübarek dedi ki:
"-Sus! Ben Allah'a her zaman niyaz ettim; yâ Rabbi, hayatımı zenginlerinki gibi, vefatımı da toprakta yatan fakirler gibi eyle..." Vefatı yolculukta ve gurbette vukù buldu. Cihaddan dönüyorlardı. Musul'a bağlı Hit kasabasında vardılar. Orda hastalandı. Canını Allah'a teslim etti. Tarih hicrî 181 ramazandı. 63 yaşındaydı. (10)

Vefatından sonra büyüklerden bir grup bir yerde toplandılar. Yaşadığı asırda önder olmaya lâyık sıfatta bir kişi olarak Abdullah bin-i Mübarek'te karar kıldılar. Yine aynı kimseler hadis ilmi, fıkıh ilmi, edebiyat, nahiv, dil bilgileri, zühd, şiir, fesâhat, gece ibadeti, teheccüd, kılma, Allah'a kulluk, hac, cihad, binicilik, atıcılık, boş sözle uğraşmama, dostlarıyla iyi ülfet etme ve onlara muhalefet etmemek gibi konularda kendisinin emsalsiz olduğuna kadar verdiler. (11)

Bazı sözleri:

Edebi ehemmiyetsiz gören, sünnetten mahrum olmakla cezalandırılır. Sünnetleri hafife alan kimseyse, farzlardan mahrum olmakla cezalandırılır. Farzları hafif gören ise, marifetten mahrum olur; yâni, Allah'ı tanıyamaz hâle gelir.

Şüpheli bir dirhemi reddetmem, altı milyon sadaka dağıtmamdan, bana göre daha sevimlidir.

Bir gün, "Tevazu nedir?" diye sordular; şöyle buyurdu: "Zenginlere karşı kibir!.." 

Nice küçük işler vardır ki, niyet onu büyük kılar. Nice büyük işler vardır ki, insanın niyeti onu küçültür.

Kim, gündüzünü zikir ile bitirirse, -güneş batmadan önce zikirle meşgul olursa- bütün gün zikretmiş gibi sevap alır.

İki durak var ki, kalpler ondan dolayı uyanık kalır: Sükût ve sultan kapsından uzak durmak!

Zâhid; dünya kendisinin olsa sevinmeyen, elinden çıksa mahzun olmayan kimsedir. Zühd sultanı, insanların sultanından daha büyüktür. Çünkü insanların sultanı, onları ancak sopayla toplayabilir. Zâhid ise, insanlardan kaçar; fakat, insanlar onu takib ederler. 

Kimde iki haslet bulunursa necat bulur: 
1. Doğruluk.
2. Peygamber SAS'in ashabını sevmek. (12)

Bize Kadar Ulaşan Eserleri:

1. Kitab ez-Zühd ver-Rekaik

2. Kitab el-Cihad

3. Kitab el-Birr es-Sıla

4. Müsned-i Abdullah ibn-i Mübarek (13)


(1) Abdülaziz b. Şah Veliyyullah Dehlevî, Bustanül-Muhaddisîn, s. 113.

(2) Hadid Sûresi, a.16

(3) B. Muhaddisîn, s. 115

(4) B. Muhaddisîn, s. 114

(5) M. Adil Teymur, Asr-ı Saadetin Köprüsü, s. 23-33

(6) A. S. Köprüsü, s. 40, 70

(7) A. S. Köprüsü, s. 38

(8) B. Muhaddisîn, s.114

(9) A. S. Köprüsü, s. 38

(10) B. Muhaddisîn, s. 116

(11) B. Muhaddisîn, s. 113

(12) A. S. Köprüsü, s. 50, 68, 130; Tabakàtül-Kübrâ, s. 221

(13) A. S. Köprüsü, s. 140

© 2024 Dr. Metin ERKAYA
Bu site Dr. Metin ERKAYA anısına oğlu Lütfullah Erkaya tarafından geliştirilmiştir. Allah rızası için ruhuna fatiha...